TARİH VE MEKÂN

18, 19 Mayıs, 20.30, Taksim Sahnesi

JANUSZ VİŞNİEVSKİ TİYATROSU

  • Tolstoy’un “Atın Öyküsü” adlı yapıtından uyarlayan: Janusz WISNIEVSKI
  • Yönetmen: Janusz WISNIEVSKI
  • Dekor: Janusz WISNIEVSKI
  • Kostüm: Irena BIEGANSKA
  • Müzik: Jerzy SATANOWSKI
  • Şarkı Sözleri: Agnieszka OSIECKA
  • Koreografi: Emil WESOLOWSKI
  • OYUNCULAR: Barbara DZIEKAN, Elzbieta JAROSIK, Maria MAJ, Maria MATERNA, Maria MILACHOWSKA, Magda MIREK, Wanda OSTROWSKA, Maria ROBASZKIEWICZ, Malgorzata ROZNIATOWSKA, Olga TITKOW-STOKLOSA, Grazyna WOLSCZAK, Michal BREITENWALD, Marek CICHUCKI, Janusz GRENDA, Wieslaw KOMESA, Maciej KOZLOWSKI, Leszek LOTOCKI, Adam MARSZALIK, Jacek ROZANSKI, Andrej SAAR, Wladyslaw TRACZYK, Wojciech ZAGORSKI

Topluluğun dekor nakliyatını gerçekleştiren Polonya Kültür Bakanlığı’na katkılarından dolayı teşekkür ederiz.

Yalnız Gözleri Değil, Yürekleri de Kamaştıran Bir Oyun

1992’nin bir sonbahar akşamıydı. Varşova’daydı... Heyecandan yerimde duramıyordum. Biraz sonra, yıllardır adını duyduğum, çalışmalarını yabancı kitaplardan, dergilerden izlediğim Polonyalı yönetmen, tiyatro adamı Vişnievski’nin bir eserini ilk kez görecektim.

Tiyatroda yerimi aldım. Salonun ışıkları karardı. Sahne aydınlandı. Ve o andan sonra... O andan sonra... Gözlerim kamaştı... Kulaklarım kamaştı... Yüreğim kamaştı... Oyun başladı... Başladı ve... Bitti! A, a! Bir saat ne çabuk geçti! Dakikalar, birbirinden ışıltılı anlar ne zaman, nereye uçtu!( Yanıtı biliyorum: Hiç silinmeyecek biçimde belleğime ve yüreğime gömüldüler.)

Hayır, hayır, böyle yazılmamalı bu yazı. Baştan başlıyorum:

Vişnievski’nin, Tolstoy’un ünlü eseri “Atın Öyküsü”nden yola çıkarak (yalnızca yola çıkarak) sahnelediği oyunun adı “Kamaşma” . Hani gözünüze doğrudan doğruya ışık tutulursa, beyazın gerisinde bir sürü rengârenk yıldızların yanıp söndüğünü görür, gözleriniz kamaşır; ya da duygu bombardımanına uğrayınca yüreğiniz bunlara bir çeki düzen veremez, pır pır eder ya... İşte öyle “Kamaşma”.

Tolstoy’un öyküsü, despot bir prensin hizmetindeki atın en “parlak” günlerinden, yaşlandığı, artık “işe yaramadığı” yaşlılık günlerine uzanan yaşam evrelerini dile getiriyordu. Atlar aracılığıyla insanoğlunun yeryüzündeki serüvenini anlatıyordu. Vişnievski, “acımasız” bir müzik eşliğinde, bir sirk ortamına yerleştirdiği oyununda, bu serüveni (insanoğlunun toplumsal bir bireysel yaşam serüvenini) çarpıcı bir gösteriye dönüştürüyor.

Yeryüzü dediğimiz bu arena, bu sirk, bu dönme dolap, bu çark, bu sahnede “atlar” (yani insanlar, yani oyuncular, dansçılar, akrobatlar, maketler, mankenler, aksesuarlar) bir saat boyunca göze görünmeyen bir Tanrı’nın/yöneticinin/şu ya da bu sistemin/bildik ya da bilmedik baskıların elinde oyuncak olmuş, sonsuz bir devinim içindeler: Dörtnala koşuyorlar, şaha kalkıyorlar, tırısa geçiyorlar, sömürülüyorlar, sömürüyorlar, yarışıyorlar, sırtlarında her an şaklayacak kamçının tehdidi, daha hızlı, daha hızlı koşuyorlar, önlerine uzatılacak yemin, sırtlarını sıvazlayacak bir elin özlemiyle evcilleşiyorlar... Doğuyorlar, ilk adımlar, ilk sevinçler, ilk düş kırıklıkları, yaşam çarkında iş güç, çalışma, her geçen gün yaşlılığa biraz daha yaklaşma ve ölüyorlar. İşte atların hayatı... Ve biz, biz ölümlü seyirciler, o arenada, o sirkte, o dönme dolapta bir kez daha insanoğlunun engellenemez yaşam trajedisine ve komedisine tanık oluyoruz.

Müzik, koreografi, oyunculuk, sahneye koyuş, ışık, kostüm, aksesuar ve renkler, hepsi bir bütün bu oyunda. Biri ötekinin ayrılmaz parçası. Tümü bir araya gelip aynı dili oluşturuyor. Ama bu dil Lehçe değil. Sözcükler yok, seslerin müziğin ritmine katılışı var. Bu dil devinim ve ritm dili... Bu dil görselliğin dili... Bu dil görselliğin dili... Bu dil hızı hiç kesilmeyen, oyunu sürekli kamçılayan, yakanızı hiç bırakmayan müziğin dili... Bu dil gözlerden ve kulaklardan geçerek birbirinden çarpıcı imgeler oluşturarak belleklere ve yüreklere yerleşen bir dil. Bu dil tiyatro dili.

Oyun sona erdiğinde soluk soluğa kaldığımızı anımsıyorum. Dünyanın kırk kadar ülkesinden gelmiş tiyatro eleştirmenleri kulağımızdan hala çıkıp gitmeyen o müzikle, sahnedeki “resmi geçit”in şaşmaz dakikliği ve disipliniyle(“timing” ustalığıyla), olağanüstü hızlı ritmin etkisiyle soluk soluğaydık. Oyun ne zaman başladı, ne zaman bitti diye soruyorduk birbirimize, kamaşan gözlerimizi kırpıştırarak ve yüreklerimizdeki çarpıntıyı dindirmeye çalışarak.

Polonya Tiyatrosu, dünya tiyatrosunda büyük izler bırakmış, dünya tiyatrosunu etkilemiş bir tiyatro. Janusz Vişnievski, Polonya Tiyatrosu’nun “üç büyüğü” diye anılan Grotovski, Kantor ve Şayna’dan bir sonraki nesilden. Doğumu 1949. Varşova Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra Varşova Tiyatro Akademisi’nin Sahne Yönetmenliği bölümünden mezun oldu. (1978)

İlk çalışması Poznan’da “Reatr Nowy”deki “Balladyna” (1979) O andan başlayarak sahneye koyduğu tüm oyunları kendi yazacak ya da adapte edecek, çevre düzenlemelerini ve dekorlarını kendi tasarlayacaktı. Varşova Operası ve Varşova Büyük Tiyatro’da sahnelediği “Mankenler”i, “Avrupa’nın Sonu”, “Karnaval ve Oruç”, “Madamme Tussaud”, “Geceden Önce Hasta Adamın Duası”, “Siyah Tren”, “Kamaşma” gibi oyunlar izledi. Bu oyunlar dünyanın belli başlı sanat merkezlerinde ve önemli festivallerde gösterildi.

“Avrupa’nın Sonu” Belgrad’daki “BİTEF” festivalinde “Büyük Ödül”, “Eleştirmenler Ödülü”, “Seyirci Ödülü”nü (1983); Edinburgh’da “Fringe” Özel Ödülü’nü (1984) kazandı.

“Madame Tussaud”, Nancy Uluslar Tiyatro Festivali’nde “Büyük Ödül” kazandı. (1984)

“Siyah Tren”, Almanya’da “Yılın En İyi Oyunu” seçildi. (1989) “Kamaşma” Edinbourg Fringe Festivalinde Birincilik Ödülü kazandı. (1990)

Yukarı