MARCEL MARCEAU
- Sahne Sorumlusu: Francisco FERNANDEZ
- Yönetmen: Jean-Pierre BURGAUD
- Sanatçılar: Marcel MARCEAU, Blanco DEL BARRIO, Bodgan NOWAK
Marcel Marceau: 22 Mart 1923’te Strasbourg’ta doğdu. Lille kentinde büyüdü. Orta öğrenimini Strasbourg’ta tamamladıktan sonta Limoges Sahne Sanatları Konservatuarı’nda eğitim gördü. Charles Dullin’in ve ünlü mim sanatçısı Etienne Decroux’nun öğrencisi oldu. Sahne yaşamına, 2. Dünya Savaşı’nın son yılında orduda görev yaparken başladı. Askerlikten sonra, 1946’da Sarah Bernhardt Tiyatrosu’nda oynadı. Aynı yıl, ilk mim eseri olan “Le Désoeuvré: İşsiz” “L’Assasin: Katil” ve “Pantomime Japonaise: Japon Pandomimi”ni hocası Etienne Decroux’ya sundu. Marcel Carné’nin başyapıtı “Les Enfants du Paradis: Paradis’nin Çocukları” filminden esinlenen “Baptiste” adlı pandomimde Arlequin rolüyle kazandığı başarıdan sonra kendini tümüyle yıllarca unutulmuş bu sanata adadı. Yönetmen Alain Resnais ile ilk kısa metraj filmleri “La Bague: Yüzük” ve “Le Désoeuvré: İşsiz”i gerçekleştirdi. 22 Mart 1947’de Paris’te, Theatre de Poche’ta “Bip et La Fille des Rues: Bip ve Sokakların Kızı”nda, daha sonraki yıllarda değişik mim gösterilerinde kullanıp geliştireceği Bip karakterini yarattı. “Çocukluğumun imgeleminden kaynaklanan, etrafı kendisinden ne daha iyi ne daha kötü kişilerle çevrili Bip çağımızın şiirsel ve maskara bir kahramanıdır.” Der Marceau bu ilk gösterinin program broşüründe. Bip’in değişik serüvenlerini anlatan “Les Pantomimes du Style: Stil Pandomimleri” ileri yıllardaki repertuarının temel taşlarını oluşturdu. 1954 yılında, Paul Paviot’nun yönetiminde çevirdiği “Pantomimes: Mimler” filmi Berlin Film Festivali’nde Bronz Ayı ödülünü aldı. Çok yönlü sanatçı Jean Cocteau’nun bu filmin önsözü olarak kaleme aldığı aşağıdaki satırlar, daha sonraki yıllarda “ozanların asla ölmeyeceğini” inanan Marcel Marceau’nun tüm gösteri programlarında yer aldı: “Birazdan göreceğiniz stil çalışması aslında bir sessizliği bir başkasına dönüştürmekten ibaret. Deburau’dan ve Japon tiyatro sanatından miras kalan soluk ve zarif bir sevimlilikle, Marcel Marceau balıkların ve bitkilerin o aldatıcı sessizliğine öykünmekte. Hızlandırılmış filmlerde tıpkı insanların yaşamı kadar canlı ve hareketli olduğu gözlemlenen o bitkilerin yaşamını gizemli bir biçimde çağrıştırıyor sanatçı. Kısacası, konuşuyor. Ve bu, izledikleri çok eski acıklı bir filmdeki oyuncuların kendi aralarında eğlendiklerini sanarak gülen sağır-dilsizleri getiriyor aklıma. Bir mim dil duvarını aşar. Paul Paviot Marceau’nun yarattığı hoş bir tipi sunuyor bizlere: Bip. Bu karakter, tüy gibi hafif adımları ve ay ışığı benzeri o müthiş umursamaz patavatsızlığıyla aramıza girmekte.” Elli yıla yakın bir süredir, dünyada mim sanatı denince akla gelen ilk isim olma özelliğini koruyan, tiyatro ve sinema çalışmalarının yanı sıra şiir, öykü ve resimleriyle de 20. Yüzyılın komple sanatçıları arasında saygın bir konum edinen Marceau, 1978 yılında Paris’te L’Ecole Internationale de Mimodrame Marcel Marceau’yu kurdu. Bu okulda eğitim gören 20 değişik ülkeden öğrencilerle mim sanatına taze kan sağlayacak genç kuşaklar yetiştirmeye başlayan sanatçı, 1990 yılında okulundan mezun gençlerle yeni bir mim grubu kurdu. Kırk yıldır çıktığı turnelerde, beş kıtanın farklı köşelerinde, tek başına ya da grubuyla sahnelediği binlerce mimodram gösterisiyle mim sanatıyla özdeşleşen Marcel Marceau parlak meslek yaşamı boyunca sayısız ödül, liyakat nişanı ve onursal doktora derecesine layık görüldü. Bugün 70 yaşına yaklaşırken, ilk günlerdeki enerjisi ve inancıyla, sessizliğin haykırışlarının unutulmaz bir müzik gibi belleklere işlemeyi sürdürüyor Marceau. Daha 1944 yılında hocası Etienne Decroux, inanılmaz bir öngörüşle ona verdiği bir fotoğrafın arkasına şöyle not düşmüştü: “1944’te tanınmamış bir kişi olsa da, mutlu ve refah dolu bir yaşamı önceden müjdelediğim Marcel Marceau’ya. Sanat onu sonsuz gençlikte koruyacaktır.”
MARCEAU DİYOR Kİ: “...Bizim sanatımız sınırları aşar. Mim, sanatının dili, tıpkı müziğin, operanın ve dansınki gibi evrenseldir. Edebiyat da böyledir tabii. Ama dünya halklarıyla karşı karşıya geldiğimizde, bizim mesleğimiz anında bir karşılık görür. Bu da bizim şansımız şüphesiz. Sanat her insanın yüreğinin derinliklerinde yatar. ... Tiyatro ancak oynandığı anda canlanır ve yaşar. O geçici ve dayanıksızdır, taze bir gençliğin katkısına gereksinim duyar. Sinema ise, yeni kuşakların durmaksızın geçmişin unutulmuş yüz akı şaheserlerini yeniden keşfetmelerini sağlayan, zamandan bağımsız olma özelliğine sahiptir. Sözlü tiyatrodan geriye kalan yazarın metnidir. Bizim sessiz tiyatromuzda ise, mim sanatçısı karanlıkta kaybolduğunda canlılığını yitiren görüntüden geriye anılar kalır yalnızca. Sessizliğin sanatı ortak bilinçaltımızı ve simgelerini yansıtan düşlerimizin de bulunduğu dramatik durumları ifşa eder. Bizim tiyatromuz, tıpkı sihirde, sirkte ve zarif bir çekiciliğin gizemlerine katkıda bulunan her tür yapıtta görülen o aynı gerçeküstülüğü içerir. İşte tiyatro orada yeniden doğar, işte oraya köklerini salar. Yaşamımızın anlaşılması güç bilmecesi de oradadır. Bizim sanat dalımız böyle gözemler karşısında, insan kardeşliğini görünen ve görünmeyen sınırlarının ötesinde yeniden oluşturur. Bizim sanatımız, şiddetin, çılgınlıkların ve savaşların gürültü patırtısı arasında yaşamın üzüntüleriyle debelenen insanoğlunu, tebessümler ve gözyaşları aracılığıyla, eski duruma getirmeye çabalar. Bizim sessizliğimiz aslında geçmişteki, şu andaki ve gelecekteki yaşamımızın bir yansıması olduğundan, insanlara yüceliği ve iğrençliği, yaşamı ve ölümü, ve bunların tüm farklı biçimlerini göstererek, dikkat ve uyanıklık gerektiren bir bilinçlenme olanağı sağlar. Yeryüzündeki tüm insanların tutkularını dile getiren bu sessiz haykırışlar aracılığıyla bizler mitlerden, masallardan, insanoğlunun bilinçlenmesinden, pişmanlıklarımızdan, yalnızlığımızdan, duygulandırma, coşturma ve iletişim kurma gereksinimimizden söz ederiz. Sanat, yaşamımızı sürdürmemiz için zorunlu bir mihenk taşıdır. İnsanlığın sefalet, çılgınlık ve düşüncesizlikle tarihi sürekli lekelemeye çabaladığı yadsınamasa bile, yine bu insanlığın kendisine en yüce anları sağlayan büyük yaratıcıları doğurduğu da bir gerçektir. Biz sanatçıların özel görevinin, her türlü insansal durumu yansıtan bir tiyatro sunarak, bu gelişim sürecine katkıda bulunulması olduğunu düşünüyorum. Yaşamımızın ereği işte bu kaynaktan fışkıracaktır.” Derleyen: Ali SÖNMEZ
Marcel Marceau’nun konaklamasını üstlenen The Marmara Oteli’ne teşekkür ederiz.
Gösterdikleri değerli yardım ve işbirliğinden Fransa Büyükelçiliği İstanbul Kültür Servisi’ne ve topluluğun eşyalarının nakliyesini üstlenen Fransız Sanatsal Etkinlikler Birliği (AFAA)’ya teşekkür ederiz.