TARİH VE MEKÂN

20 Mayıs / 15.30, Muhsin Ertuğrul Sahnesi

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

Düş, kabus ve gerçek. Gerçekte yaşadıklarımız mı düş, yoksa kabuslar mı gerçek? Hayatımızı bir pazıl gibi kurgularken neler yaşıyoruz? Shakespeare’in dediği gibi, sorun “Var olmak mı, yok olmak mı?”. İşte “Düş Oyuncakları” oyununda çok zor, dikenlerle, engellerle dolu bir yolculuğa çıktık. Hep birlikte bir düş kurduk, bir oyuncunun son anını, hayatının gözlerinin önünden geçtiği son anı sığdırmaya çalıştık bu düşün ve düş içindeki kabusun içine. Oyunu kurgularken gerçek aşkı aradık o düş denilen büyülü dünyada. Alt benliğimizdeki sorunları yatırdık tiyatro sahnesindeki o mabede. Günümüzdeki vebalardan biri olan savaşı, o aşağılık savaşı hatırladık yine. Evet, nefes aldıkça hep hatırlayacağım o aşağılık savaşı. Kıbrıs’ta on yaşında bir çocukken ne yazık ki gördüm ve yaşadım savaşı. Unutmadım, unutmayacağım. Unutturmamak, barışın ne kadar değerli olduğunu hatırlatmak için de hep savaşın çirkin yüzünü göstereceğim nefes aldıkça.

Shakespeare “Çırpınan,sonra sesi kesilen bir zavallı oyuncu. Bir aptalın anlattığı bir masal, ki baştan sona kuru gürültü ve şamata, hiçbir anlamı da yok...” der...

İşte bizler de birer oyuncu olarak, bence yaşadığımız hayattan daha gerçek olan tiyatro sahnesinden bakıyoruz düşle gerçek, kabusla düş arasındaki o bilinmeze... Anton Çehov’un yazdığı “Kuğunun Şarkısı” oyunu bu düşümüzün ve kabusumuzun omurgasını oluşturmakta. Shakespeare’in Hamlet, Macbeth, Othello ,Kral Leare, Romeo ve Juliet oyunları da can vermekte bu düş içindeki kabusa, öz eleştiriye... Aşk, evet aşk var temelinde düşümüzün. İnsanoğlu var olalı çözümünü bulamadığı bir bilmece olan aşk...

Çehov “Sanat ve dehanın olduğu yerde, ihtiyarlık, yalnızlık, hastalık yoktur. Hatta ölüm dehşetinin bile yarısı kaybolur.” der...

Evet, aslında belki de ölüm denilen gerçek bir son değil, başlangıç. Bu yolculuğa çıkmadan önce, o ölümle yaşam arasındaki ince çizgide ne yaşıyoruz? O özel anda, bir film şeridi gibi gözümüzün önünden tüm hayatımız hızlandırılmış bir film gibi akıp giderken, içimizdeki çocuk ne düşünüyor acaba?

Yukarı