ANKARA SANAT TİYATROSU
- Yazan: Maksim GORKİ
- Çeviri: VA-NU
- Yönetmen: Kazım AKŞAR
- Dekor: Cem KÖROĞLU
OYNAYANLAR/CAST
- Baron: Mehmet ULAY
- Kvaşnia: Jale AYLANÇ
- Blubnof: Ali ERKAZAN
- Kleşç Andrey Mitriç: Koray ERGUN
- Nastia: Nurhan ÖZENEN
- Anna: Serpin SÜKAN
- Aktör: Rutkay AZİZ
- Mihail İvanof Kostilyef: Yaşar AKIN
- Vaska Pepel: Altan GÖRDÜM
- Nataşa: Nil Banu ERGİNDENİZ
- Luka: Cezmi BASKIN
- Alyoşka: Burak SOYGAZİ
- Vasilisa Karpovna: Şebnem GÜRSOY
- Medviedef: Doğan BERK
- Tatar: Hakan AKIN
- İğriboyun: İsmail BOZKURT
İnsan Nasıl Olmalıdır Ya da Yitik İnsanlar Arasında
Ayaktakımı Arasında, Gorki’nin oyun türünde ikinci ürünüdür. İlk oyunu Küçük Burjuvalar’ın arkasından bu yapıtı da 1902 yılında yazılmıştır. Daha önceki yapıtı yazara büyük bir ün kazandıran Yaşanmış Hikayeler’dir.
Yaşanmış Hikayeler’in konusu, tek sözcükle, insandır. İnsan nedir, nasıl bir şeydir, nasıl olmalıdır? Her yazar için bu soruların geçerli olduğu söylenebilir mi? Pek sanmıyorum. Örneklerimizi Rus edebiyatından seçecek olursak, Puşkin’i ve Gogol’ü, bu iki büyük çığır açıcıyı, insanın nasıl olması gerektiği sorusunun ilgilendirdiği pek de söylenemez. Puşkin’de şen bir alaycılık, Gogol’de ironi ve belki karamsarlık da vardır insanla ilgili olarak. Bunun ötesinde bir şeyi tartışmazlar. Rus edebiyatında insanın nasıl olması gerektiğini tartışan ve bu konuda belirgin bir tavrı da olan ilk yazar Dostoyevski’dir denilebilir... “Budala”, “Karamazof Kardeşler”, “Suç ve Ceza”, vb... Dostoyevski’nin çağdaşlarından Turgenyev, Gonçarov gibi yazarlar için de insanın nasıl olması gerektiği sorusu açıkça tartışılan bir sorun değildir. (Belki “Oblomov”da Gonçarov’un ters bir örnekle bunu bir bakıma yapmış olduğu bile söylenebilir). Lev Tolstoy’da, Dostoyevski’deki kadar belirgin, çizgilerle olmasa da ana sorunsal (hiç değilse ana sorunsallardan biri) budur.
Ayaktakımı Arasında’daki tipleri ve temaları daha yakından irdeleyebilmek için Yaşanmış Hikayeler’i oluşturan öykülere göz atmak gerekir. Bu öykülerin kahramanları, toplumun ‘dibindeki’ insanlardır. Bir Kere Sonbaharda’ki Küçük Orospucuk, Boles, Yemelyan Pilyay, Çelkaş, Konovalov adlı öykülere adlarını veren serseriler, orospular, garibanlar, yitik insanlar... Yirmi Altı Adam ve Bir Kız’daki fırın işçileri, Bozkır’daki marangoz, asker, öğrenci ve bütün öykülerin tanığı olan yazarın kendisi...
Gorki toplumun ‘dibindeki’ bu insanları anlamaya ve yansıtmaya çalışır. Yargılamaz onları. Ne yüceltir, ne yerer. Çünkü ne iyi, ne de kötüdür bu insanlar. Nasılsa öyledirler. Fakat hemen hepsi, nedenini pek de bilmeksizin, acı çekmektedirler. Çektikleri acıların toplumsal, sınıfsal, vb. nedenleri kendilerine anlatıldığında da pek kulak asmazlar. ( “Konovalov” bunun çok belirgin bir örneğidir. ) Kişiliklerini, bulundukları konumu bir yazgı olarak kabul etmişlerdir ve bu yazgının değişmesi konusunda bir çabaları hatta özlemleri bile yoktur. İyilik kıvılcımları yer değiştirir durur içlerinde... Bu öykülerde Gorki’nin köylülere, bir de ‘entelektüel’lere hoşgörüsü duyumsanır, hatta açıkça dile getirilir. Bozkır’da da, marangozu geceleyin boğup kaçan ‘öğrenci’ için , “İşte... Okumuş adam...” sözlerini hoşgörüyle kullanır asker.
Ayaktakımı Arasında bir tipler galerisidir. Herbirini tek tek irdelemeye kalkışmak bu yazının sınırlarını aşar. Sadece birkaç repliği olan kunduracı çırağı Alyoşka, bence çok önemli, çok ilginç bir tiptir... Rusya’nın dizginlenemez bir yaşama enerjisiyle dolu, bağıran, çıldıran, azıp duran bir yanıdır o... İçip içip sokağın ortasında yatan, türküden matem marşına geçen, birbirine dolaşan karmakarışık cümlelerle... “... Ben bir şey istemiyorum. Ben ümitsizliğe düşmüş bir insanım. Bana milyon verilse istemem. Anlatın bana anlatın, ben başkalarından daha mı kötüyüm? Niçin daha kötü olduğumu da anlatın” deyip duran bu çocuğa dikkat!
Kleşç sinik ve kaba bir tiptir bence... Karısı can çekişmekteyken suskundur, ortalarda görünmez. Zalim ve kaba biridir bu ‘işçi’. Sonra birden, oyun kahramanlarından Nataşa’nın “Kim hayatından memnun? Herkes ıstırap içinde. Benim tanıdıklarımın hepsi öyle...” sözlerine karşı, şu sözleri söyleyiverir: “Herkes mi? Hayır! Yalan... Eğer herkes olsaydı bir şey demezdim. İçerlenecek bir şey olmazdı o zaman, evet!” Bir başka yerde şöyle haykırır: “Ne doğrusu, doğru nerde? (Sırtındakipaçavraları sallayıp gösterir) İşte gerçek! İş yok! Takat yok. İşte gerçek! Barınak yok, sığınak yok girecek! İşte gerçek! Neme yarar ki? Doğruluğu nedeyim? Neye karşılık doğruluk. Dayanılmaz bir ömür... İşte gerçek!” Kleşç’e dikkat! Rusya’da sonraki yıllarda olacak olumlu ve olumsuz birçok şeyin nedeni bu sözlerin altında gizli dinamittedir.
Ve başkaları... Yitik insanlar... Toplumun dibindekiler... Düşkün baron, alkolik aktör, ne idüğü belirsiz ve üçkağıtçı Satin, hırsızın oğlu Vaska (Pepel), filozof şapkacı Bubnof, romantik ve yitik Nastia, öteki kadınlar ve o garip ihtiyar Luka...
Oyunun bir yerinde, Pepel’le Luka arasındaki bir diyalog, hem önemli, hem de tartışmaya çok açık:
“Pepel: Kuzum ihtiyar, Allah var mıdır?
Luka (Alçak sesle): Eğer ona inanırsan bir Allah var; inanmazsan hiç yok, neye inanırsan o var.”
Luka bir ermişten, inanmış bir dindardan çok, feleğin sillesini yemiş, çemberinden geçmiş bir halk bilgesidir. İnsanların acıya daha kolay katlanabilmelerini sağlamaya çalışan biridir. Tanrının varlığı ya da yokluğuyla ilgili sözleri ya da iyi olmak gerektiğine, doğruluğa ilişkin öğütleri bir hayli tartışma götürse ve zaman zaman fazlaca didaktik görünse de yine Pepel’le (oyunun bu çok ilginç, sözgelimi Kleşç’den çok daha aydınlık ve ilginç tipiyle) bir başka diyaloglarında söyledikleri, Gorki’nin Ayaktakımı Arasında’ki temel bir başka yaklaşımını anlamada önemli bir ipcudur:
“Pepel: İnsanları anlamak öyle güç ki... Hangisi iyi, hangisi kötü, bir türlü kestirilemiyor.
Luka: Anlayıp da ne olacak? İnsan öyle de yaşar, böyle de. Kalbinin emrettiğini yapar. Bugün iyidir yarın kötü olur...”
Oyunun sonunda Aktör kendini asacak ve Satin’in ağzından (neden onun?) yazarın ‘entelektüel’lerle ilgili yargısının yinelenmesine fırsat doğacaktır: “Hay aptal, şarkımızı yarıda bıraktı!”
Ataol BEHRAMOĞLU