BİLSAK TİYATRO ATÖLYESİ

  • Yazan: Sevim BURAK

Oluşturanlar

  • Melek: Nihal Geyran KOLDAŞ
  • Nıvart: Ceysu KOÇAK
  • Mezar Taşçı: Alp GİRİTLİ
  • Avukat: Önder GÜVENÇ

Yalnızlık Tiyatrosu

Tedirginlik. Akla ilk bu sözcük geliyor. Sevim Burak’ın yapıtlarının insanda bıraktığı ilk etki bu. Tedirginlik.

Her şey küçücük, kendi içine kapalı bir dünyada geçer. İnsanlar kendilerinden önce düzenlenmiş ve onlara “verilmiş” bir durumu yaşamakla yükümlüdürler. Başvurulan tüm oyunlar, -kendi çaplarında- zorlanan tüm kapılar, yeni bir şey yaratma çabaları dönüp dolaşıp aynı şeyleri gevelemeden öteye gitmez; bu gevelemenin sonucu da- belki de ta kendisi- ölümdür, yok olmalıdır. İster roman, öykü olsun, isterse oyun, yapıtlar tek bir sahneden oluşmuş gibidir; bıktırıncaya, tükeninceye dek oynanan, yeniden oynanan bir sahne. Sevim Burak’ta görülen bu tutarlılık, şaşırtıcı bir birlik yazdıklarına bir bütün olarak yaklaşmayı gerektirir. Gerçekten de yazarın “roman”, “öykü” diye adlandırdığı yapıtları temelde çok iyi kurgulanmış tiyatro oyunlarına benzerler; tiyatrosu da sözcüklerin, tümcelerin başarılı bir koreografisini sunar. Bu tutum yapıya da yansımıştır: Üç perdeden oluşan İşte Baş, İşte Gövde, İşte Kanatlar’da hiçbir sahne bölünmesine gidilmezken, iki perdeden oluşan Sahibinin Sesi’nde yalnızca ikinci perde sahnelere ayrılır; ne var ki bunların dağılımları, kurgu içindeki yerleri bilinen tiyatro biçiminden, kodlarından oldukça uzaktır. Okuyucuya bir romandan, öyküden alınabilecek şiirsellik keyfini verebilmek için, tematik olarak uygun bulunan yerlere başlıklar atılmıştır sanki. Yazar, tüm özgürlüğüyle sonuna dek kullandığı tiyatro öğelerinin yanında okuyucuya -belki de en önce kendine- düzyazı zevkini, bilinçli ya da bilinçsiz, tattırmak istemiştir. Aynı durum her iki oyunun genelinde de duyulur: Yönetmene sahnede fantezisini sonuna dek kullanabileceği olanaklar tanınırken, okuyucu da tiyatroyla roman arasında gidip gelir.

Sevim Burak’ın tiyatrosunda klasik görülen ve entrika, çatışma, aksiyon gibi öğelerden yararlanarak yaratılan psikolojik durumların tersine “dil” arayıcılığıyla oluşturulan durumlar yaşanır. Oyun kişilerinin güçsüzlükleri eylemsiz bir eyleme geçmelerine neden olur: Hareket yerini bitmez tükenmez konuşmalara bırakır. İnsanlar kendi kendileriyle, birbirleriyle konuşup dururlar ama söylemler çoğunlukla çakışmaz, yani ırkçı bir diyaloğa dönüşmez. Herkes herkesi duyar, kimse kimseyi yanıtlamaz. Kendi kendine yönelik muhatapsız, ya da kayıtsız, ya da hiçbir “kişi” özelliği taşımayan muhataplara yapılan konuşmalardır bunlar, ortaya öylesine atılmış gibidirler. Sözcükler günlük dilden alınmıştır ama “bambaşka” anlamlar yüklenmişlerdir: Nivart’la Melek açlıklarından söz ettiklerinde bunun “bambaşka” bir açlık olduğu açıktır. Olağan kullanımının dışında kullanılan günlük dil, bu yolla söylemin anlamsızlığını, iletişimin olanaksızlığını vurgular. Sevim Burak’ın tiyatrosu bir yalnızlık tiyatrosudur. “Yalnızlık” sözcüğü hiç ağıza alınmaz ama sahnede söylenenler, seyirci ya da okuyucuya birer yalnızlık çığlıkları olarak ulaşırlar. Öte yandan Öz ile Biçim tek bir bütünü oluşturur. Duygusallıkların, gözyaşlarının yerini sözcüklerden, eşyalardan kurulmuş maddesel bir dünya almıştır. Eşyalar, en azından insanlar kadar önemlidir. Yazar dil’le de bir nesneymişçesine oynar. Yaşamın bir parçası, bir olgusu olarak gördüğü dili olabildiğince somutlaştırmaya çalışır ve onu eşyaları kullandığı gibi kullanmak ister. Sık sık başvurulan ad sıralamaları ya da yinelemeleri yine aynı kavgadan, adları söylenen yer ya da kişileri sahnede veya somut olarak yaratma kavgasından kaynaklanır.

Sevim Burak’ın oyunlarında düş ile gerçek hep iç içedir ve sürekli olarak birbirlerini etkilerler, doğururlar. Düşsel kişi, o zaman ve uzam gerçek olanla o denli griftleşmiştir ki, gerçeğin nereden başlayıp düşün nerede bittiğini, sanrının gerçekle olan bağlantısının ne denli düşsel ya da gerçek olduğunu kestirmek hemen hemen olanaksızdır. Düş ile gerçeğin buluştukları, çekiştikleri bir dünyadır bu; kişileri yok’luk, boş’luk, hiç’lik içindedir ve gerçeğe benzer bir yaşam yaratmak isterler. Bu nedenle, yazarın oyunlarında belirli bir dönemi yansıttığı, bu dönemin kişilerinin ruhsal ve toplumsal durumlarını işlediği gibi bir yaklaşımda bulunmak yanlış olur. Sevim Burak’ta bilgi ve kesinlik yoktur, sanrı’ya, sezgi’ye, yaşanmışlığa dayanan birtakım olgular anlatılır yalnızca. “İnsanların yaşamlarının hayatın içinde kocaman bir leke gibi durduğu” dünyasında zaman da yoktur. Zaman denilen şey birtakım anların sık sık, yeniden ve aynı biçimde biraraya gelmesidir. Yani ölü- zamandır. Artık hiçbir anlamı yoktur ve ne zaman durdurulacağı bilinmez. Geçmiş ile gelecek arasında bir ayırım kalmamıştır. Zaman hep aynıdır. Aslında hiç bitmeyen, bitmiş gibi göründükleri yerden hep yeniden başlayan oyunları bu durumun en belirgin örnekleridir.

Sevim Burak’ı değil oynamak, çözümlemek bile zorlu bir uğraş ister ve insanı hiçbir zaman kesin sonuçlara götürmez. Karmaşık biçemi çeşitli düzlemlerde yaklaşım gerektirir, değişik okuma açıları içerir. İmgelere tek bir anlam yükleyip bıraktığınız anda tüm inceliklerini, canlılıklarını yitirirler. Sevim Burak “kıl inceliğinde duygularını” germiştir çerçevesine, içine girebilmek için de kıl inceliğinde duyarlılık ister. Bu nedenle onun yapıtlarını sergilemek bir cesaret işidir. Bilsak Tiyatro Atölyesi büyük bir özgüven ve yaratıcılıkla yazarın yıllardır sayfalarda yatan oyununu ayağa kaldırmış bulunuyor. Hem de Sevim Burak gibi bir kişiliğin altında ezilmeden, getirdiği önerileri sonuna dek değerlendirip karşılığında kendi yanıtını vererek. Yazarın görünen ve görünmeyen dünyasının çakıştığı bir uzamda sahnelenen oyunun estetik ve entelektüel düzeyi oldukça yüksek. Sahnesel anlatım gücü, oyuncu/metin ilişkisi, plastik olanakların değerlendirilmesi metin üzerinde uzun uzun düşünüldüğünü, yoğun bir dramaturji çalışması yapıldığını gösteriyor. Hiçbir bağlamda yüzeysellik, göz boyamaca, kolaya kaçmaca yok. Titizlikle hazırlanmış bu gösteri, tiyatronun aynı zamanda zihinsel bir eylem olduğunu kanıtlıyor. Daha da önemlisi, seyircinin edilgen, tembel ve bıkkın konumundan sıyrılıp oyunu kendi özel çabasıyla yorumlamasını sağlıyor. Bilsak Tiyatro Atölyesi seyircisini özgür kılıyor.
Esen ÇAMURDAN

Yukarı