İSTANBUL DEVLET TİYATROSU
- Yazan: Ken KESEY - Dale WASSERMANN
- Çeviri: Bilge KOLOĞLU
- Yöneten: Basil COLEMAN
- Yönetmen Yardımcısı: Lale GERGER
- Dekor: Roger ANDREUS
- Kostüm: Gül EMRE
- Işık: Fahrettin ÖZEN
OYNAYANLAR
- Reis Bromden: Kaya AKARSU
- Warren: Faruk GÜNUĞUR
- Williams: Hayrettin ENGİN
- Hemşire Ratched: Sema AYBARS
- Hemşire Flinn: Ayşe BAŞER
- Harding: Erdal KÜÇÜKKÖMÜRCÜ
- Ellis: Güven BESİMOĞLU
- Billy: Can ÖZTOPÇU
- Scanlon: Tansu AYTAR
- Cheswick: Turgut SARIGÜL
- Martini: Adsız KARADUMAN
- Ruckley: Aktan GÜNALP
- Fredericks: Orhan ARAL
- Sefelt: Erhan GÖKGÜCÜ
- Albay Matterson: Fikret ERGİN
- Mc Murphy: Bozkurt KURUÇ
- Dr. Spivy: Mustafa ŞEKERCİOĞLU
- Turkle: Yıldıral AKINCI
- Candy: Nilgün TAN
- Hemşire Nakamure: Sibel ÖZER
- Teknisyen Spikerin Sesi: Cahit ÇAĞIRAN
- Sandra: Gülseren DEVOR
Başlarda her şey yolunda gider. Başhemşire Rathced oldukça güler yüzlü, yüzüne yapışıp kalmış sahte tebessümü, iyilik meleği görünümü ve bunların ardındaki otoriter kişiliğiyle hastane içindeki düzeni kuran kişidir. Hastanede onun dışında Dr. Spivy gibi uzman doktorların varlığına karşın, mutlak egemenliği elinde tutar.
“Hastaların iyiliği için” tatile gitmeksizin yedi gün boyunca çalışan Ratched, hastaların gündüzleri toplandıkları salonun içinde, ancak daha yüksekçe bir konumda, çevresi sürgülü camlarda kapalı “kontrol kulesi”nden bütün güm hastaları gözler. Geceleri yatmaya gittiğinde bile her yanı gri metalik renklerle donatılmış, hala duvarlarından elektronik bir polka sesinin yükseldiği, camlarında bir tek parmak izine bile rastlanmayan odada onun varlığı sezilir. Kontrol kulesinde hem kendisinin hastaları duyabileceği hem de hastalara verdiği “talimatları” aktarabileceği bir de mikrofonu vardır. Hastaların her yerde, her zaman gözlemlenmesi, söylediklerine müdahale edilmesi tedavinin bir parçasıdır. Kontrol kulesinden gözlenemeyecek olan hastaların kendi aralarındaki fısıldaşmalarında da egemenlik sağlayabilmek için bir “kayıt defteri” konmuştur odaya. Hastalar arkadaşları herhangi bir hata yaptığında, anında bu deftere kaydetmekle görevlendirilmişlerdir.
Kesey’in yapıtı, bu bağlamda George Orwell’in “1984” adlı romanını anıştırır. İnsanların gerek mikrofon ve kameralarla, gerekse dostları ya da sevgilileri tarafından sürekli izlenip, her hareket ve sözlerin adeta denetlendiği, adeta fareler gibi kapana kıstırıldıkları bir ortamdır bu. Büyük Ağabey’in gözü, insanın yaşamındaki her türlü ayrıntıyı öylesine yakından izler ki, bir süre sonra kişi kendi yaşamına kuşkuyla bakar olur ve her davranışına oto sansür uygular konuma gelir. Egemen düzenle bir türlü uzlaşmaya girmeyen, ona karşı çıkan bireylerse bu kez zorbalıkla yola getirilmeye çalışılırlar. Amacı belleksiz, seçim gücü ve yetisini yitirmiş, muhalefetsiz kişiler yaratmak olan totaliter bir rejimin eleştirisini buluruz Orwell’da.
İnsanları neredeyse birbirinin polisi, yargıcı hatta celladı konumuna getiren sistem, kişilerin karşısına farklı maskelerle çıkar: Kimileyin sıcak, şefkat dolu bir dost yüzüyle, kimileyin bir cellat.
Kafesten Bir Kuş Uçtu’da gün boyunca hastaları gözleyen, şalteri çekip, levyeyi indirerek ve “uslanmaz hastalar”ı elektrik şokuyla hem tedavi edip hem ceza vererek yola getiren, sahte gülücüğüyle bir gardiyanı anıştıran Ratched’in koğuşu, salt bir akıl hastanesi değil; yazarın ait olduğu toplumun her alanındaki kısıtlamaları, sözde demokrasinin ezici baskısını, kişinin bağımsız, özgürce düşünen yetişkin birey olmasını örseleyerek onun adına konuşan, onun yetkilerini devralan egemen güçlerin varlıklarını sürdürme biçimlerini dile getiren politik düzlemde katmanlaşmış bir alegoridir.
Ratched, hastaları tedavi etmek amacıyla bir yandan müzik ve grup terapisiyle güdümlerken öte yanda onları haplarla uyuşturarak hastanedeki düzeni sağlar.
“Grup terapisi” onun en gözde tedavi yöntemlerinden biridir. Hastaların koğuşta demokratik biçimde yönetildikleri ileri sürülerek, “konuş, tartış, itiraf et” yöntemiyle (Ratched’in yanında söyleyebilecek çok sözü olmayan, yaşamından bezmiş) doktorun katılımıyla yapılır bu toplantılar. Bütün hastaların bir araya getirilip, bilinçaltları arındırılmak istenir. Ratched’in denetimi altında gelişen konuşmalar, onun yönlendirici sorularıyla bir sorgulamaya, sözlü bir meydan savaşına dönüşür. İnsanların zayıf yönleri diğerlerinin eğlencesi olur. Tartışmalar doruk noktasına ulaştığında ise Ratched’in yüzünden eksilmez gülücüğü ve “sıcak ifadesi”yle araya girerek, toplumun yerleşik düzenini, ahlaki değerlerini aktarıcı dersleriyle son bulur. Bu grup terapileri sonunda hepten tükenmiş olan hastalar (hareketleriyle de birer kuklayı andırmaya başlarlar) Ratched’in her dediğini yerine getiren güçsüz, umarsız, edilgenleştirilmiş insanlara dönüşürler. Her geçen gün biraz daha kendilerinin güçsüzlüğüne inandırıldıkları dünyalarına çekilip, aralarında dayanışmaya yer vermeden, alabildiğine bireyselleşmiş, her fırsatta arkadaşlarını ispiyonlayıp, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” konumuna getirilmişlerdir.
Akut hastalar diye adlandırılan bir grup, olan bitenin bilincindedir. Ancak kendilerine yeterince güvenemediklerinden , “tavşan kurdun kuvvetini bilir” demekle yetinip akıl hastanesinde kalmayı yeğleyerek, bu oyunun bir parçası olarak kalmaktan hoşnut görünürler. Ta ki, Mc Murphy akıl hastanesine gelinceye dek sürüp gider bu oyun. Çalışma kampında çıkan bir anlaşmazlık sonucunda, mahkeme akli dengesinin bozuk olduğuna karar vererek Mc Murphy’i buraya göndermiştir. İçinde yaşadığı toplumun yaşam biçimine karşı geliştirdiği tutumuyla Murphy, bu toplum tarafından dışlanmış 35 yaşlarında bir marjinaldir. Mahkemenin aldığı kararı sevinçle karşılamış ve çalışma kampına gitmektense, akıl hastanesine gelmeyi yeğlemiştir. Hastaneye gelişinden kısa bir süre sonra burada iyilik meleği görünümündeki Ratched’in hastaları, kendi düzeninin kurallarına uydurabilmek için acımasızca bir oyuna atılmış olduğunu ayrımsar. Ne pahasına olursa olsun, Ratched’in kurduğu ve hiç kimsenin bir türlü engelleyemediği bu “talimatlar dünyasını”nı kendi yöntemleriyle değiştirmeye girer.
Mc Murphy hastanedeki en büyük değişikliği, bu terapilerde konuşmaların arasına girerek, kendisiyle ilgili uyduruk öyküler anlatarak, diğer kişilerin aşağılanmasını önlemeye çalışarak gerçekleştirir. Kaba, kural tanımaz, düzensiz görünüşünün ardında, akıl hastanesinin duvarlarında çınlayan mekanik müzik sesine meydan okuyan ıslığı ve şarkısıyla koğuştaki arkadaşlarına korkmadan, düzene ve düzenbazlığa karşı dayanışmayı, sevgiyi ve insanlığı öğretme çabasındadır.
Bilge Koloğlu’nun Türkçeleştirdiği oyunun yönetmeni Basil Coleman oyunu, toplumsal düzene yöneltilmiş bir eleştiriden çok, daha farklı bir yorumla, kişilerin kendilerine özgü yaşam biçimlerinden yola çıkıp, onları psikolojik açıdan inceleyerek sahneye koymuştur. Duygularını ve tutkularını dile getiremeyen, içe dönmüş kişiler dış dünyadan tamamen koparak kendileri gibi olanların sığındığı bir barınakta gizlenmeyi yeğlemişlerdir. Böylesi bir konumda olanlar, otoriter hemşirenin eline geçerek, alabildiğine bireyselleşmiş, salt kurumun verdiği kurallar doğrultusunda varoluşlarını sürdürerek, kendi doğalarına yabancılaşmışlar ve böylelikle başkalarının değerlerini devralmakla yetinip, yenisini üretmez olmuşlardır.
Meral ORALİŞ