ATTIS THEATRE
- Yazan: Heiner MÜLLER
- Yunanca’ya Çeviri: Eleni VAROPOLOU
- Sahneye Koyan: Theodors TERZOPOULOS
- Dekor, Kostüm: Girogos PATSAS
- Dramaturg: Nikos NOMİKOS
- Müzik: Johann STRAUSS, “Blue Danube” ve Dead KENNEDY, “Trust Your Mechanic”ten Fragmanlar. Theodoros TERZOPOULOS doğaçlama
- OYNAYANLAR: Sophia MICHOPOULOU, Akis SAKELLARIOU, Dimitris SIAKARAS, George SIMEONIDIS, Evriklia SOPHRONIADOU, Theodoros POLIZONIS
Heiner Müller Tiyatrosu
Heiner Müller çağımızın en önemli ve tartışmalı oyun yazarlarından biri. “Ben ne afyon dağıtıcısıyım ne umut” diyen, çarpıcı oyunlarıyla bir ulusa, bir sınıfa ya da bir kültüre değil, tüm insanlığı sarsan gerçeklere değinen yazar, tiyatronun kendine özgü bir gerçeği olduğunu vurgular. “
Tiyatroda zaman ve mekân önemlidir” derken gerçek boyutların ötesindedir. Kendi değerlerini kendi içinde yaşatan evrensel boyutlarda bir olgudur Müller’in tiyatrosu. İnsanı sanki başka bir gezegendeymiş gibi güçlü bir teleskopla inceleyen bir tiyatro.
1929’da Saksonya’da işçi kökenli bir ailede doğan Heiner Müller, 1933’de Hitler’in Şansölye olduğu sırada dört yaşındadır. 1958’de BABA adlı öyküsünde şunları yazar; “31 Aralık 1933 sabaha karşı dörtte, Sosyal Demokrat Parti üyesi olan babam yatağından kaldırılarak tutuklandı. Uyanmıştım. Gökyüzü simsiyahtı, ayak sesleri ve konuşmalar duydum. Yan odada kitaplar yere fırlatılıyordu. Usulca kapıya gittim ve tahtalar arasındaki çatlaktan onlardan birinin babamın suratına vurduğunu gördüm... Titreyerek yatağıma döndüm. Battaniyeyi yüzüme çektim... Babam kapıda duruyordu, arkasında kahverengi üniformalı askerler... Yavaşça seslendi bana. Cevap vermedim. “Uyuyor” dedi. Kapı kapandı ve gittiler.” Bu anısıyla ilgili olarak bir söyleşide (semiotext) şöyle der, “Bu benim ilk ihanetimdi... Bu, benim tiyatromun ilk sahnesiydi.” Nitekim ihanet teması oyunlarında varlığını gösterir. Medeamaterial’de Jason bir barbar olan karısına ihanet eder. Aşağılanan kadın ona verdiklerini kendi yöntemleriyle geri alacaktır. Bu mitolojik temayla Avrupa ve özellikle Alman tarihi arasında atılan köprü; sömürgecilikten Hitler terörizmine, bugünün nükleer soykırım tehdidine dek uzanır. Jason’un öyküsünün Yunan mitolojisinde sömürgeciliğe yönelik en eski öykü olduğu görüşündedir yazar. Müller’e göre öykünün bitimi mitolojiden tarihe dönüşümdür. Jason’un ölümüne gemisi neden olurken, sömürgecilik aracı sömürgeciyi yok etmektedir. Müller, buradan yola çıkarak Avrupa tarihinin de sömürgecilikle başladığını ve bizi bekleyen tehlikenin de Jason’unkiyle aynı olduğunu ileri sürer. Genişlemenin kaçınılmaz sonu... “Sentetik fragmanlar”dan oluşan oyunda; mitoloji, tarih, çağımız gerçeklerine gösterilen tepki, anımsanan rüyalar karmaşık bir şiirsel bütünde toplanır. Bu, izleyicinin bilgisini, düş gücünü zorlayan bir mozaiktir. Mitolojiyi yeniden biçimlendirmeyi batının kollektif anılarını arayış olarak nitelendirir Müller. Klasikleri parçalayarak, seğmenlere ayırarak yeni metinler elde edişi onun “sentetik fragmanlar”ını oluşturur. Mitolojinin günümüz tiyatrosundaki işlevi sorusuna yanıtı ise hoş ve anlamlıdır; “Demokratik bir yaklaşımdır bu, çünkü evrenimizde ölülerin sayısı yaşayanlardan fazla. İnsan çoğunluk için yazmalıdır. Sosyal gerçekçilik bunu gerektirir.” Önce faşist yönetimde, sonra inandığı sosyalist düzende sağlam bir Marksist olarak yetişen Heiner Müller yine de Marx’ın tarihsel doğrusunun insanlığın bugün içinde bulunduğu karmaşayı açıklayamayacağı kaygısındadır. Gezegenimizin yörüngesine oturmamış politik ve ekonomik rotasında kendi kendini yok etmekten başka bir şey yapamayacağı görüşündedir. Bu görüşünü Yağmalanmış Kıyı, Medeamaterial ve Argonotlar’la Kır Manzarası’nda şöyle savunur. “... İnsanlığın hızla felakete gidişi gösteriliyor. Tiyatro bu gidişi ancak bu felaketi sergileyerek engelleyebilir.”
1949’da Almanya’nın bölünüşü Müller’in daha sonraki yapıtlarında, ülkenin tarihiyle hesaplaşmasında vurgulayacağı “Alman şizofrenisi”nin başlandıcıdır.
1953’te yol işçileri grevinin Almanya’ya yayılması ve Sovyet ordusu tarafından üç gün içinde bastırılması Müller üzerinde derin izler bırakır. 1971’de, aşağı yukarı 20 yıl sonra, Germanya: Berlin’de Ölüm adlı oyununda bu olaylara geri dönecektir.
1956 Müller için önemli tarihlerden biridir. Şubat’ta Sovyet Parti Kongresi’nde Kruşçev, Stalin dönemini yerer. Ağustos’ta Brecht ölür. Ekim’de Macaristan’da girişilen reform hareketleri Sovyet ordularının ülkeye girmesiyle sonuçlanır. Hamletmaschine’in ön çalışmaları bu olaylar sırasında başlar. Bir bedende iki kişiliğin varlığı ve yaşamakta olan “Alman Şizofrenisi”nin tipik örneğidir bu oyun.
1960’ların sonlarından başlayarak Alman tarihini irdeler Müller. Arthur Holmberg ile yaptığı bir konuşmada “Sahne üstünde bir düşman gerekli insana” der, “Benim düşmanım da Almanya tarihi. Gözünün içine baka baka uğraşıyorum onunla, çünkü yaşamım boyunca O, hep benimle uğraştı.” Devrimci ideallerin çöküşü ve bürokratik mantık sürecinin başlaması onu tarihle yüzleşmeye iter. Sistemin Doğu Almanya’daki baskıcı uygulamalarını, ülkenin faşist geçmişini, geleneksel yapısını, düzenle safdışı olamayan ekonomik biçimlerini ele alır. Bir yazar olarak bu gerçekleri görmezden gelen izleyiciye varlıklarını gösterebilme sorununu çözmeye yönelir. Sistemi tartışmaya açar ve gerçeğin değişebilirliğini belirler. Burada yolu Beckett, Genet, Foreman, Wilson gibi post-modern yazarlarla çakışır. Almanya tarihindeki vahşet, acımasızlık Müller’de bir saplantıdır. Brecht gibi o da insanlığa karşı temel bir tehdidin var olduğunu kabul eder. Bu bağlamda onun da didaktik bir yanı vardır ama Müller için tarih barbar davranış biçimleri somutluklarıyla belli kalıplara uymayı reddeder.
Heiner Müller’in ilk oyunlarında Brecht’in etkisi belirgindir. Örneğin Correction onun epik modeline uygundur. Sonraları Brecht’in dialektik tiyatro dramaturjisindeki doğrulara yönelen Müller uyarlamalarında (mitoloji, Shakespeare, Brecht) vahşetin gerekliliği ile aşırılığı arasındaki çelişkileri irdeler. (Philoctetes, the Horatian, Mouser) Modeli Brecht’in ‘Learstück’üdür. Ama bunu yaparken amacı Brecht’inkinden farklıdır. İzleyicinin devrimin kalıcılığı adına vahşetin kaçınılmazlığı karşısında onunla aynı şoku yaşamasını ister. Brecht’in aydınlanma tiyatrosunu, artık çağımızın karmaşık gerçekleriyle yüzleşmek için modası geçmiş bir araç olarak görür. Yeni bir dramaturjinin, yeni bir tiyatro anlayışının, yeni bir performans stratejisinin yaratılması gerektiğine inanır. Müller, Brecht tiyatrosunun amacını değil, metodunu sorgular ve onun tek doğru olarak gördüğü yanıtı karşısındakilere onaylatma tavrına karşı çıkar. Müller, oyunlarında sorulara yanıt vermeyi reddeder. Tartışmaya açıktır, izleyici özgürdür. Yazar, oyun kahramanlarından daha fazla bildiği iddiasında değildir. ‘ Oyun yazarken sürekli olarak değişik maskeler takıyor, rollere bürünüyorsunuz’ der. ‘O maskelerin arkasından konuşuyorsunuz. Tiyatroyu işte onun için seviyorum. Bir şey söyleyebilirim, ardından bu söylediğime karşı çıkabilirim. Çelişkilerden kurtulmanın yolu tartışmaktan ve tiyatrodan geçer. Bu nedenle de tiyatroda söz ön plandadır. Fikirler sözcüklerin içindedir ve onlar tarafından yönlendirilir.’ Müller, sahne üstünde kendi kontrolünde bir dünyanın peygamberi değil, aksine, yaşamın insanlığın sırtına yüklediği çelişkilerden onlara ses ve vücut vererek kurtulmaya çalışan bir insan olarak tartışmanın gerekliliğine inandığını vurgular. ‘Oyunlarımda tartışmaları, yüzleşmeleri güçlendirmeye çalışırım. Önerecek çözümüm yok. Beni ilgilendiren tartışmak, hesaplaşmak.” Brecht’in son yapıtlarında tartışmaktan kaçındığını ve salt çözümlerle izleyiciyi eğitme yoluna gittiğini öne sürer. Müller, Brecht’in kendisi için sanki dev bir arıtma tesisi olduğunu söylüyor. Düşüncelerini arıtan bir tesis. Ve ‘Brecht’i eleştirmeden kullanmak, ona ihanettir’ diyor.
İki Almanya arasındaki duvarın kalkması, Heiner Müller’in ününe ün kattı. 1990 Mayıs’ında Batı’da düzenlenen bir festivalde Müller’in oyunları çeşitli gruplar tarafından yorumlandı. Kırk değişik yorum izlendi. Müller, ‘Nitelik en güçlü silahım’ diyor haklı olarak. Yazar, Batı Almanları kendini beğenmişlikle suçluyor. ‘Eski Naziler ama umurlarında değil bu gerçek. Suçluluk duymuyorlar. Olanlardan kendilerini sorumlu tutmuyorlar. Son gelişmeler karşısında beni şaşkına çeviren, duvarın yıkılması değil; milliyetçiliğin, ırkçılığın, Yahudi düşmanlığının yeniden hortlaması. Demek kötü tohumların kökleri sökülüp atılmamış. Birleşmiş bir Almanya komşuları için yaşamı zorlaştıracaktır.” Yönetmen Steckel’in dediği gibi Heiner Müller insanları tarihle, geçmişleriyle, suçlarıyla, ihanetleriyle sürekli yüzleştiriyor.
Dikmen Gürün UÇARER